SOYLU ÇEHRELER
Birkaç güzel
insan için şu mısraı “berceste söz” sayarım. Sayıları az da olsa bu mısra ile
anlattığım, tebessümün çehrelerine pek bi yakıştığını düşündüğüm güzel insanlar
var.
Onların çehresine bu hal nasıl yakışıyorsa, benim mısraım da
bu hali anlatmaya yakışıyor.
Dost çehresine
yakıştırdığım bu mısra önce rahmetli babam için dudaklarımdan döküldü. Bir
evladın babasını böyle hatırlaması ne büyük saadet diye de düşünüyorum. Anadolu
İnsanı dediğimiz mütevekkil, sessiz, hasbi, çilekeş insanlardan bir insandı.
Benim gözümde O’nun hali anlatılamaz yaşanırdı. Ama anlattım işte. Bu mısra
babamı bana tarif etti. Ama bu tarifi babama söyleyemedim. Ben yazdığımda vefat
etmişti. Zannedersem böyle düşündüğümü de hissetmişti.
Bu tarife sonraki
yıllarda yeni anlamlar yükledim. Mısraımın tedaisiyle yeni çehreler aradım.
Vardı elbette. Kendisini ilk gördüğümde bu mısraımı çağrıştıran sima, tıpatıp
anlattığım kişiydi. Meneviş dualar gibi yüzüne pek yakışmıştı. Muhammed Ali
EŞMELİ Hoca’dan söz ediyorum mısraımın penceresinden bakarak.
Bir başka Dost yüz
de Bestami YAZGAN Beyefendidir bu pencereden gördüğüm. Vakur, tok/dik duruşunu
süsleyen, yüzüne oturttuğu tebessümdür. Dost meclislerindeki varlığı sesi ve
tebessümüyle hissedilir.
Beni bu
duygularımı yazmaya götüren asıl kişi ise bir başkası. O’nu da çehresine pek bi
yakışan güler yüzüyle tanıdım. Tabii önce uzaktan… Gıyabi tanışmamızın vicahiye
dönüşmesinden önce yaşadığım duygular, sözünü ettiğim mısranın tedaisiyle yerli
yerine oturmuştu. Edebiyat, sanat ve kültür çevrelerinde onu hep görürsünüz.
Ben katıldığım her etkinlikte mutlaka görüyorum. Böyle toplantılardan birisinde
yalnız kaldığımı hissetmiştim. Ru be ru tanıdığım kimse yoktu. Gözümün ucuyla
kapıyı kollarken kocaman bir tebessüm kapıdan giriverdi. Dünyalar benim olmuştu.
Ama henüz tanışmıyorduk. Bu bile nefes almama yetmişti.
Bir başka
faaliyette kalkıp yerini bana verince de sevincim başka idi. Sıcak
muhabbetlerin insanı olmak ve benim mısraımı hak etmekte kolay değildi tabii.
Ben yerini bana vermesinin mahcubiyetini yaşarken, koyacak yer bulamadığım boş
çay bardağını da gelip elimden almasın mı ? İşte dedim “Hadim ül Edebiye.”
Gerçekten de tam bir Hadim ül Edebiye idi benim gözümde. Tabi anlattıklarım
gözlemlerimin cüz’i kısmı. Başka anı ve
anekdotları da hatırlamam mümkün olabilir. Tabi diğer dostlarla ilgili olarak
ta… Yeni yayınlamış olan kitabımı imzalayıp kendisine takdim ettim. “Hadim ül
Edebiye”…… diye başlayan bir ithafı nasıl karşıladığını bilmiyorum. Lakin
yazarken gerçekleşen tevafuku paylaşmadan geçemeyeceğim. Edebiye sözünü Ebediye
olarak yazmışım Yani değerli gönül insanı, edebiyatçı/hikayeci Bekir Tuncer
SALİHOĞLU Bey Ebediyetin de hadimi olduğunu hatırlatıverdi. Bil vesile bu
yazının vücud bulmasına da zemin hazırlamış oldu. Müteşekkirim.
Gelelim rahmetli
babama, Muhterem EŞMELİ Hocam’a, Aziz Dost Bestami YAZGAN beyefendiye ve Bekir Tuncer
SALİHOĞLU’na yakıştığını düşündüğüm mısraya :
“EZBERİMDE YÜZÜNDEKİ TEBESSÜM…….. “
Siz ne dersiniz?
Mahmut TOPBAŞLI