ŞİİRİN YÜREĞİNE YOLCULUK – 2

      Hayatın bizatihi kendisi bir yolculuktur demiştim bir önceki yazımda. Ezelden ebede doğru, kısa bir konaklamayla sürdürdüğümüz bir yolculuk işte hayatın kendisi. Bu yolculuktaki yolumuz Sırat-ı Müstakim diye çizilmiş. Rabbim yolundan ayırmasın diyerek sadede gelelim.
      Hayat yolculuğu içinde kendimizce de iç yolculuklar yapıyoruz. Coğrafi yolculuklar yapıyoruz. Şiire yolculuk, yüreğe yolculuk, gönülden gönüle yolculuk yapıyoruz zaman zaman… Son yaptığımız yolculuk da, şiirin yüreğine doğru bir yolculuk oldu. İstanbul’dan Hatay’a doğru görünse de, asıl gaye şiirin yüreğine varmaktı.
      HATAY/YAYLADAĞI BELEDİYESİ, HAŞYEDER(HATAY ŞAİR VE YAZARLAR DERNEĞİ) ve YAYLADAĞI İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ’NÜN işbirliğiyle Türkiye genelinde VATAN-BAYRAK konulu bir şiir yarışması düzenlenmişti. 25 Mart 2016 Cuma Akşamı da Ödül Töreni programı hazırlanmıştı. Daveti alınca şiir kuşları pır pır etmeye başladı içimde. Merak ettiğim, ancak sadece haritadan tanıdığım bir coğrafyaya yönelmişti niyetimiz. Yeni bir yolculuk görünüyordu önümüzde. Niyet hayırsa akıbet hayırdır diyerek teselli buldu heyecanlarımız.
       İyi bir yolculuğun iyi bir yol haritası olması gerekir diye düşünüp, bereketli Hatay topraklarının değerli evlatları arkadaşlarıma durumu açıkladım. Okulumuzun Türkçe Öğretmeni Menekşe Kuseyri Hanım Hataylıydı, hem de Yayladağı’ndan. Şen Köy deyince Ahmet Kuseyri Hazretleri akla geliyordu. Sağ olsun Menekşe Hanım gerekli brifingi esirgemedi. Biz de harfiyen uyduk. Hatay’ın yiğit evladı Bahri Çaylı daha önce çalıştığım okulda Müdür yardımcımızdı. Bir yol haritası da ondan rica ettim. Bilgilendirdiği her şeyi elimle koymuş gibi buldum ve harfiyen ona da uyduk. Böylece ön hazırlıklı gidişin keyfi de başka oluyor canım…
         Sabahın erken saatinde uçağımıza yetişme telaşıyla, eşimle birlikte evden çıktık. Saygıdeğer komşumuz Melahat Hanım erkenden uyanmış, pencereye dayanmış genel kontrolünü yapıyormuş. Tabi biz fark etmemiştik. Telefonum çalınca “sabah sabah hayırdır inşallah” diyerek açtığımda Melahat Abla’nın sesi : “Hayırdır, Mahmut Hoca sabah sabah nereye ?” deyince anladık ki gönüllü radarımıza yakalanmışız. Yolculuğumuzu nasıl anlatabilirdim ki can komşumuza… Parlak bir cümle zihnimi aydınlattı, dilime tatlı tatlı ulaştı ve dedim ki : “Melahat Ablacığım, ŞİİRİN YÜREĞİNE doğru gidiyoruz. Yolculuğumuz ŞİİRİN YÜREĞİNE inşallah…” Taksiye binip acilen uzaklaştık. Nasılsa dönünce kahve eşliğinde anlatacaktık.
         Uçak yolculuğumuz güzel geçti. İstanbul’da bıraktığımız yağışlı ve soğuk hava güneye gittikçe ısındı, ısındı ve yüreğimizi de ısıttı. Öğleye doğru Hatay’a indik. Mihmandarımız, can dostumuz, kırk yıllık arkadaşımız, Hatay’ın güzel yürekli evladı Türki TOLU ve değerli eşi Münire Hanım karşıladı bizi. Kendimizi dostlarımızın bizim için çizdiği şehir programına bıraktık. İlk menzil Habib-i Neccar Camii Şerifi oldu. İstanbul’da aldığımız bilgilendirmede de en başa burayı yazmıştık. Huzur ve huşu ile Cumamızı eda ettik. Habib-i Neccar Hazretleri, menkıbesi, burada bulunması ve Yasin Suresinden yapılan tefsirlerin O’nu işaret etmesi gibi bilgilerle donandık, mutmain olduk.
          Kuş kadar hafiflemiştik. Şimdi Hatay’ı bir uçtan bir uca dolaşabilir, altını üstüne getirebilirdik. Ilık bahar meltemlerine sıcacık insan bakışları, sakin bir hareketlilik ve kendine çağıran bir samimiyet eşlik ediyordu. UZUN ÇARŞI ‘YI enine boyuna dolaştık. Binbir çeşit yerli ürün, tüketim çılgınlığı davranışlarının kat be kat uzağında, sükûnet içerisinde, göz zevkinizi de okşaya okşaya alıcısını buluyordu.
          Halep Çarşısına /Caddesine yöneldik. Türki Bey mihmandarlığını hakkıyla yerine getiriyor ve en ince detaylara kadar anlatıyordu bir yandan. “Suriye acısı başlamadan önce bu Çarşı/Cadde, iğne atsan yere düşmez derecede dolu olurdu. Canlı bir ticaret hayatı ve kaynaşma yaşanırdı. Suriye’den gelenler kendi ürünlerini burada satar, ihtiyaçlarını buradan alıp giderlerdi. Şimdi gördüğünüz gibi bomboş. Tadı da yok….”
           Köprübaşı’na vardığımızda epeyce yorulmuştuk. Asi nehrinin serinliğinde O’nun asiliğini dinledik. Şehri ortadan ikiye bölen nehir aynı zamanda bir güzellikte katıyor, Köprübaşı buluşma ve gezi güzergâhı oluyordu. Etrafındaki tarihi binalar kısmen restore edilmiş olarak korunuyor ve tarihi görünüm yok olmaktan kurtuluyordu. Hemen yakınındaki tarihi Ulu Cami güzelliğini, haşmetini sergilerken içte cemaate, avlusunda da çarşıda yorulan muhiplerine huzur sunuyordu. Yine Köprübaşı’ndaki Yohanna Kilisesi Memluklulardan, Selçukludan ve Osmanlıdan bu yana Müslüman hoşgörüsünün gölgesinde varlığını sürdürüyordu. Hatay huzur şehri olarak bilinir ve bunu ifade etmek için seçilen söz ve sloganlar “hoşgörü” kelimesinde vücut bulur. Lakin bu tek taraflı bir hoşgörüdür. Sanki % 50 ye % 50 bir eşitlik ve sahiplik var da herkes birbirine tolerans gösteriyor gibi takdim ediliyor. Durum şu ki, %90 lık bir Müslüman kitle, kalan herkesi hoşgörüyle kucaklamaktadır. Bu tespitimi paylaşmamak haksızlık olurdu.
             Uzun Çarşı ve Köprübaşını dolaşıp ta Künefeden, Tepsi Kebabından, Kâğıt Kebabından söz etmemek, Hatay simidi ve Kâke ile Zahter’i atlamak olmaz. Bütün bunlar bolluğu ve güzelliğiyle ağzımızdan burnumuzdan girdi, lezzeti ve etrafında oluşturduğumuz muhabbeti ile gönlümüzü fethetti. Şehir içi gezintimiz bu minval üzere de devam etti. Bayanlar kendi havasında dostluğun ve muhabbetin tadını çıkarırken, biz de Türki Beyle vatan kurtarma muhabbetlerimizi sürdürdük.
               Saat 17.00 sularında asıl programın yapılacağı Yayladağı’na doğru yola çıktık. Güzergâh olarak Harbiye semtinden geçiyorduk. Türki Bey’i hayatının en zor sorusuyla muhatap ettim. Bu semte niye Harbiye denmişti. Türki Bey’in hayreti görülmeye değerdi. 60 yıllık Hataylıyım. Şunca zamandır Antakya’dayım bunu hiç düşünmedim. Dedi. Öğrenip bize de bilgi verecek inşallah. Harbiye’den geçip Seyir Tepesi diyebileceğimiz bir mekâna çıktık. Harika bir manzarayla Antakya ve Harbiye karşımızda duruyordu. Çok güzeldi. Resimler çektirip, o ânı anılarımıza kattık.
                 Yola devam ederek Şen Köy’e ulaştık. Burası Merhum İslam Âlimi Ahmet Kuseyri Hazretlerinin medfun olduğu yerdi. Kuseyri Risalesi burada yazılmıştı. Mübareği ziyaret etmek, Menekşe Kuseyri Hanım’ın selamını büyük büyük dedeye iletmek niyetiyle Şen Köy’e yöneldik. Bir vadinin yamacındaki Şen Köy çok güzel görünüyordu. Köyün ortasında yol çatallaştı. Sağa mı/sola mı gidelim derken DÖŞ MARKET levhasına doğru yöneldik. Kapıda yağız bir delikanlı… Türki Bey yerliliğin özgüveniyle, her horoz kendi çöplüğünde öter iç güdüsüyle; “Kimsin, kimlerdensin, kimin oğlusun?” gibi tanışma sorularına girişti. Delikanlı Coşkun GÜNDÜZ’ÜN oğluyum deyince şaşkınlığımdan kafamı arabanın camına çarptım. Eğilip, başımı camdan çıkararak delikanlının gözlerine dikkatlice baktım. Yok, yok bu başka bir Coşkun GÜNDÜZ’DÜ. İsim benzerliği yani. Delikanlının tarifiyle Kuseyri Hazretlerinin türbesine ve yanındaki camiye ulaştık. Dualarımızı ettik, Aşr-ı şeriflerimizi okuduk, selamımızı ilettik ve yolumuza devam etmek üzere Şen Köy’den ayrıldık. Hedef Yayladağı…
                 Yayladağı’na vardığımızda akşam karanlığı çökmüştü. Program 19.30 da başlayacaktı. Yayladağı Öğretmenevi hemen girişteydi. Salondaki yerimizi alıp, o anlamlı geceyi Tören Programı içerisinde coşkuyla ve gururla yaşadık. Programın bitimiyle Antakya’ya dönüp TOLU Ailesinin evine Tanrı Misafiri sıfatıyla kurulduk. Bu ilgi, bu sevgi, bu dostluk, bu misafirperverlik sizde oldukça Ey TOLU ailesi, bizde de bu sıfat her zaman olur. Gecenin o saatinde Hatay Mutfağı kurmanın hikmetini siz bilirsiniz. Bizde ev sahibinin kuzusu rolünü severek sürdürürüz. Çok mutlu olduk. Rabbim devamını nasip etsin. Bu ifadeyi Sabah Kahvaltısı tasviriyle ancak tamamlayabilirim. Bir hatıraya gönderme yaparak daha güzel anlatabileceğimi keşfettim şimdi. Bir öğretmen gurubuyla Bolu Yedi Göllere bir geziye katılmıştım. Şu ünlü TUR Gezilerinden birisi işte… Kahvaltı için mola verilmişti. Rehber arkadaş 60 çeşit yiyecekle kahvaltı yapacaksınız diye böbürlendi. Ama gerçekten zengin bir Mönü ile kahvaltı yaptık. İsraf noktasına dokunmayalım isterseniz. Kahvaltı sonrası otobüsümüze dönünce o böbürlenen rehbere laf attım. 60 çeşit ürün var demiştin ama ben tek tek saydım, 60 çeşit yoktu” dedim. Kaç çeşitti Hocam? Deyince de 59 demiştim. TOLU Ailesinin Kahvaltı Masası da böyle bir şeydi. Kuş sütü bile vardı desem yeridir. Ellerine sağlık Münire Hanım, Kesene bereket Türki Bey… Sizlere de yürek dolusu selam olsun Mustafa ve Arif TOLU. Rabbim sağlık ve mutluluğunuzu daim eyleye.
              Dönüş için Havaalanına kadar bizi teşrif eden Türki Bey’i yeniden ve kalpten kucaklayıp Allah’a emanet ederek İstanbul’a döndük. Şiir Yürekli Dostlara, Şiir Yürekli Yayladağılılara selam olsun.


              Mahmut TOPBAŞLI    
0 Responses

Son Yorumlar